Rüyalar ve Gerçekler

2020-07-23 |

İlahi dinlerin çoğu inanların iç dünyası ile yüzleşmesi gerektiğini ve ruhu ile başbaşa kalması gerektiğini söylemektedir. Ruhu ile başbaşa kalan kişinin nefsani duygulardan sıyrılacağı ve tanrıya ulaşacağına inanılır. Örneğin, Hindular dünya hayatından uzaklaşmak için uzun süreler boyunca meditasyonlar yaparak fani hayatın lezzetlerinden arındıklarını düşünmektedirler. İslamiyet de kişinin kalp temizliği, ruh olgunluğu ve güzel ahlakını artırabilmesi için kendini keşfetmesi gerektiği söylemektedir. Özellikle, İslamiyetin mistik bir kolu olan Sufilikte kişi gerçek anlamda kendini keşfettiği anda ölümün gerçek manasını anlar. Örneğin, Hz. Mevlana kendi iç dünyasını keşfettiği için ölümün onu asıl gerçekliğe ulaştıracağını düşünür. Bundan dolayı ölüm günü Mevlana için Şeb-i Arus yani bir düğün gecesidir. Bir başka örnek vermek gerekirse, Yunus Emre her şeyden önce kişinin kendisini tanımasının gerektiğini, hakikat yolculuğunda bunun temel şart olduğunu şöyle aktarır:

"İlim ilim bilmektir

İlim kendin bilmektir

Sen kendini bilmezsin

Ya nice okumaktır"

Bu ve benzer sayıdaki pek çok örnek metinlerde görülebileceği gibi insan her dönemde kendini arama ihtiyacını hissetmiştir. Bu yolcuğun örnekleri tasavvufi metinlerle sınırlı kalmamıştır. Romanlarda da karakterlerin iç dünyalarına, hakikat yolculuklarına ve kendilerini bulma konusu sıklıkla ele alınmıştır. Bu yazıda postmodern dönemin en önemli eserleri sayılabilecek Oyunlarla Yaşayanlar, Puslu Kıtalar Atlası ve Hakkari'de Bir Mevsim kitapları, bahsedilen arayışların tezahürleri bağlamında incelenecektir.

Öncelikle, Oğuz Atay'ın tek oyunu olan Oyunlarla Yaşayan kitabı ile başlamak istiyorum. Oğuz Atay bu kitap ile adeta okuyucuyu oyun oyun içerisinde oyunlara sokuyor. Kitapta ana karakter Coşkun Ermiş emekli bir tarih öğretmeni ve oyun yazma gayreti içerisindedir. Oğuz Atay, Coşkun Bey'i yarı aydın ve kendinin kim olduğunu bulmaya çalışan bir kişi olarak yansıtmıştır. Coşkun Bey yazdığı oyunlarla beraber gerçeklikten kopmakta ve oyunları ile oluşturduğu kendi gerçekliğin içine düşmektedir. Çoşkun Bey, kitabın bir çok yerinde oyunda mı gerçek hayatta olduğunu unutmaya başlıyor. Coşkun Bey içerisindeki duyguları sadece yazmak değil aynı zamanda gerçeğe dökmek ve oynamak istiyor. Oğuz Atay, Coşkun'u içsel yolcuklara çıkarır. Coşkun Bey karşısındaki kişilere itiraf edemediklerini oyunlar şeklinde canlandırmakta ve bunları birer gerçekliğe dönüştürmeye çalışmaktadır. Bunlardan birisi de Coşkun'un kendi halkının olduğuna inanması ve onlara karşı nutuklar çekerek etkilemeye çalışmasıdır. Buradaki önemli noktalardan birisi Oğuz Atay'ın Çoşkun üzerinden yaşadığı toplumdaki aydın sınıfını eleştirmesidir. "Bu milletin hali ne olacak diye hayatı kendimize zehir ediyoruz. Fakir fukaranın hayatını anlatan zengin yazarlamıza gece kulüplerinde içtikleri viskileri zehir oluyor."(Atay, 52). Bu bölümün hemen devamında Coşkun Bey kendi hayatından örnek vererek devam eder. Coşkun kendi ile yüzleşmek istediğini ancak aydınların onu kolundan çekmesini eleştirmektedir. Oğuz Atay bu eserde ölüm konusunu çok ince bir çizgi ile ele almaktadır. Ölümü rüyalardan bir uyandırıcı ve gerçekliğe dönüşün bir temsili için kullanmıştır. Yukarıda bahsedildiği gibi Coşkun Ermiş için oyunlar bir gerçektir. Hatta oyunlardaki ölümlerde onun için bir gerçeğe dönüşür! Oyunun sonunda ise Coşkun Bey oyunlarına kendisini o kadar kaptırır ki ölümü bir gerçek olarak kabul eder. Yazar Saffet karakteri ağzından bu olayı şöyle açıklamaktadır: "Hayat oyunlarına gereğinden fazla ciddiye alan merhum ölümü de aynı ciddiyetle karşıladı. Coşkun öldü. Çünkü oyunlar, onun için bir ölüm kalım meselesiydi." Coşkun Bey oynadığı son oyunda ölmesi beraber kalbi kaldırmaz ve oyun onun sonu olur.

Bu düş-gerçeklik ikilemini okuyucuya hissettiren ve onu büyük rüyalara sokan bir diğer eser ise İhsan Oktay Anar'ın Puslu Kıtalar Atlası'dır. Roman genel anlamda mutlak gerçeklik ve kurguyu sorgulayan ve sorgulatan bir yapıya sahip. Kitap açıldığı zaman ilk sayfa okuyucuyu kutsal kitaplardan alıntılar ile karşılamaktadır. Kitapta sorgulamalar, Rendekar adlı karakterin Uzun İhsan Efendi'ye bir kitap vermesi ile başlar. Bu kitap "Zagon Üzerine Öttürme" adlı bir kitaptır. İhsan Oktay Anar burada ince bir teşbih sanatı kullanmaktadır. Rendekar adlı karakter René Descartes'ın bir yansıması iken "Zagon Üzerine Öttürme" ile de Descartes'in en önemli çalışmalarından biri olan Metot Üstüne Konuşma - Discours de Méthode adlı eseri ifade etmektedir. Uzun İhsan Efendi bu kitap ile değişmiş kendi tüm her şeyden hatta kendi varlığından bile şüphe etmeye başlamıştır. Uzun İhsan Efendi'i dünyayı dolaşmak istemekte ve gördüklerini yazmak istemektedir. Bunun Uzun İhsan Efendi bu uzun düşler sonunda gördüklerini de not etmektedir. Bu rüyalarının sonucunda dünya atlasını oluşturmuştur: "Puslu Kıtalar Atlası". Uzun İhsan Efendi'nin kitabı oğlu Bünyamine vermesiyle beraber gerçek ve hayal arasında büyük bir macera başlar. Kitaba baktığımız zaman Uzun İhsan Efendi\'nin kurguları aslında gerçek dünyaya birer yansıma olarak düşünmesi, gerçekliği yaşamasından ötürüdür. Uzun İhsan Efendi yaşadığı her şeyin kendisin birer kurgusu olduğunu ifade etmektedir. Burada ünlü Fransız filozof Descartes'in bir sözü olan "Düşünüyorum öyleyse varım." felsefi görüşünden etkilenmiştir. Bununla beraber kendi görüşlerinden de şu şekilde bahsetmiştir: "Düşündüğüm için ben var değilim, sizler varsınız. Sizler benim zihnimdeki düşüncelerden ibaretsiniz." (Anar, 190). Bu sözlerle okuyucuya kendini arama ve varolmanın nasıl olacağını anlatmaya çalışmıştır. Kitabın sonunda Uzun İhsan'ın planlanmış bir gerçeği olduğu görülür. Bu bağlamda kitapta bahsedilen ülkenin varolmayan bir yer olduğunu anlıyoruz. Bu da okuyucunun gerçek nedir veya gerçek denilen şey var mıdır gibi soruların irdelenmesine sebep oluyor. Kitap içerisinde geçen "uyku ölümün kardeşidir" ifadesiyle uyku ve ölüm arasında güçlü bir bağ kuruluyor. Ayrıca kitaba üst bir çerçeveden bakıldığı zaman, Uzun İhsan Efendi'nin bir düş dünyası yaratan tanrı rolünde olduğunu görmekteyiz. Bünyamin ise bu dünyaya gönderilen ve hakkı bulmaya çalışan bir kişi olarak tasvir edilmiştir. Bünyamin'e yol gösterici olarak verilen "Puslu Kıtalar Atlası" ise kutsal kitapları temsil eder. Kutsal kitaplarda geçen bazı karakterleri de bu kitapta görmek mümkündür. Örneğin Bünyamin'in mücadele ettiği Ebrehe karakteri Kuran-ı Kerim'de Kabe\'yi yıkmaya çalışan bir kişidir. Kuran-ı Kerim'de Ebrehe ebabil kuşları aracılığıyla helak edilmiştir. Kitap içerisinde geçen karakterlerin tarih ile bağlantısı olduğu gerçeği göz önünde bulunurdurularsa Puslu Kıtalar Atlası bir anlamda Bünyamin'e verilmiş bir kutsal kitap olarak da görülebilir.

İnsanın kendini arama yolculuğunu elen alan bir başka eser ise Ferit Edgü'nün yazdığı ilk başta 'O' adından yazdığı sonradan Hakkari'de bir Mevsim şeklinde kalan kitabıdır. KitapÖncelikle bu kitabın girişinde hem önsöz ve sonsöz vardır ve kitap başladığı gibi sonlanır. Kitapta kim olduğunu bulmaya çalışan bir karakter var. Kitabın ilk bölümünün adı "Yabancılar Arasında Bir Yabancı" ve karaktermiz kendisinin kim olduğunu bulmaya çalışıyor. Gözlerini açtığı zaman daha önce hiç bilmediği bembeyaz dağların uzandığı bir yerde bulur kendisini. Eski zamanlarda denizlerde gezen bir kaptan olduğunu ve gemisinin battığını düşünmektedir ancak kendisi de bundan pek emin değildir. Kendini bulduğu yerde insanlara denizi anlatmaya çalışır. Karların üzerine bir çubukla deniz dalgalarını çizer ancak hiç kimse denizin ne olduğunu anlayamaz. Karların Sürekli kendisine kim olduğunu sormakta ve benliğini aramaktadır."Denizden değilse, nereden geliyorum ben?" (Edgü,17) şeklinde sürekli bir sorgulama içerisindedir. Yaşadığı anın gerçek olup olmadığını sorgular. Bu sorgulamar sonunda öğretmen bir sonuca ulaşamaz ve eski geçmişi anımsamak istemez. Artık öğretmenin içinde bulunduğu yer onun gerçekliği haline gelmiştir. Öğretmen roman boyunca kendi kişiliğini bulmaya çalışır. Kendisinin bir rüyada olup olmadığını sürekli sorgular. Öğretmen kendini kimliği kitap boyunca sorgulamaya çalışıyor ve kim olduğunu bulmaya çalışıyor. Öğretmen öğrencileri için kitap, defter gibi malzemeler almak için köye iner. Köye indiği zaman herkes onu tanımakta ve onu beklemektedir. Ancak öğretmen kimseyi tanımamakta ve herkesin onu tanımasına çok şaşırmaktadır. Öğretmen kendisini halen bulamamıştır.

"Tanrım! herkes tanıyor beni bu kentte.

Ya da herkes herkesi tanıyor.

Ben hariç." (Edgü, 37)

Kitabın isiminde "O" olması ve metin içerisinde sıklıkla kullanıldığı görülmektedir. "O" kelimesine bakıldığı zaman aslında Tanrı'nın bir çağrışımıdır. Kutsal kitaplarda tanrıdan "O" şeklinde bahsedilmektedir. Öğretmen burada Tanrı'yı sorgulamaya başlar. Öğretmen kendisini buraya bir sürgün olarak gönderildiğini düşünmeye başlar. Burada kendisini Nuh peygamber gibi görmeye başlar. Öğretmenin kendi aklındaki soruları cevaplayabilmek için Yahudilerin on emrine benzer şekilde kurallar yazmaya başlar. Bu kuralları başucuna koyarak zor zamanlarında uygulayarak kendisini rahat edeceğini düşünür. Edgü burada kitapların insanların yapacakları şeyler maddeler halinde sıralanıp, kişinin yapacağı hareketlerin meşru bir dayanağı olduğunu gösterir. Öğretmen kendine artık bazı şeyleri itiraf etmeye başlar. Umutsuzluğun bir denizci için utanç verici olduğunu düşünür ancak dağların arasında bunları itiraf eder."Utanmadan itiraf ediyorum bu korkuyu. İlk kez burada. Bu dağ başında". Burada kişinin iç dünyasına yaptığı yolculuk ile kendisine söyle

Bu üç esere bakıldığı zaman, düş-gerçek kavramlarının birbirine geçtiğini görmekteyiz. Özellikle Puslu Kıtalar Atlası ve Hakkari'de Bir Mevsim kitabında yapılan semavi dinlere yapılan göndermeler ile hayatın gerçek manasının sorgulandığı söylenebilir.

Kaynakça:

Edgü, F. (1977). Hakkari'de Bir Mevsim. İstanbul: Sel Yayınclılık

Anar, İ. O. (1995). Puslu Kıtalar Atlası. İstanbul: İletişim Yayınları

Atay, O. (1985). Oyunlarla Yaşayanlar. İstanbul: İletişim Yayınları


This was the end of the blog post. You can reach me via email umusasadik at gmail com